pantolonu, neredeyse olmayan kıçından düşmek üzere bir çocuk. ayaklarını sürtüyordu. arkasında bir kız onu takip ediyor. ince, narin, ateşli... bu sıcak gecede kendinizi üşür gibi hissediyorsunuz, ama üşümüyorsunuz, bu yalnızlıktan. kız önümden geçtiğinde burnumun derinliklerine bakan zıpkın beynime saplandı. ona çok güzel koktuğunu söyledim, sesim hırıldıyordu fakat beni duyduğuna eminim. eğer benimle gelirse, kızı sevecektim. bacalardan çıkan dumanı soluyorduk, hava oldukça sarhoştu. kafasının arkasından sımsıkı yakalayıp öptüm onu, kısa saçlarına parmaklarımı geçirip küçük kafatasını avucumun içine aldım. bir avrupalıya benziyordu. peşinden koştuğu çocuksa; zayıf, hastalıklı, hatta yok denebilir. daha önemlisi artık bir ölü. daha önemlisi, artık daha da yok. susturucunun boğduğu kurşunun sessiz çığlığından sonra dumanlar çıkan kafaya baktım. hayatımda daha ölü birini görmemiştim. 'biliyordum' dedi kız. 'ama artık bir önemi yok.' 'kimsenin umursamadığı bir çocuk yere düşer, hayat devam eder.'
gidiyorduk. ince, soğuk beline dolanmıştım, bel çukuru belirgindi. kulağımın arkasından rüzgar fısıldadı. ' o vahşi bir hayvan.' duraksadı, 'onu evcilleştirmeye çalışma. yine sonunda sana saldırır.'
arkama dönüp baktım. bunun gözleri açık mıydı.
'gidelim.'
evinde daha önce bir adamın yaşadığını söyledi. dediğine göre artık yokmuş. 'ne kadar yok?' diye sordum. banyosunda herife ait eşyalar hala duruyordu. küçük, üç beş çekmeceli bir dolabın üzerinde, jiletin yanında bir kürdan gördüm.
'burada neler olmuş böyle.'
klozete işenmesine kızan cinsten kadınlardandı. bir parça tuvalet kağıdı kopardı. buğulu aynada pis sakallarıma baktım. beni azarladı. o, tırnaklarını insanın sırtına geçiren cinsten biriydi. bunun düşüncesi bile tüylerimi ürpertiyor.
çakmağının ateşi gözlerini aydınlattı. göz çukurları gölgelendi. ben ise neden bu evde bulunduğumu hiç anlayamadım. salonunda büyük bir baykuş besliyordu. vahşi hayvanları beslemenin yasal olmadığını söyledi bana. büyük kafesin zemini sıyrılmış kemik ve öğütülüp top haline getirilmiş canlı atıklarıyla doluydu. 'baykuşlar atıklarını bu şekilde kusuyormuş.' dedi. yuvasında duran bir göz akşam yemeği olarak bekliyordu, bana şu sıra baktığı izlenimine kapılıyorum nedense. kuşunun adı 'lolipop'muş, ne sevimli.
kızın uzun saçları epey elektriklenmiş. suratı bana bir karış mesafedeyken saçlarının uçları gömleğimi arzuluyor, boyu yeterince uzun teller üzerime yapışıyor. o gece sabaha dek sevişiyoruz. beynimi darmaduman eden o kokuyu çektikçe kafamda kendine bir boşluk açıyor ve oranın sahibi oluyor, bunu o an anlayamıyorum. o sabah neden çekip gittiğimi hiç bilmiyorum, tıpkı buraya gelişim gibi oldu, biraz korkmuştum. lolipop ben giderken biraz huysuzlandı. beni izleyen göz yok olmuş, kemiği dibine kadar kazınmış.
o gün bir dostumla buluşmalıydım. uzun süredir ihmal ettiğim tanıdıklardan biri, çok eski dostum. kuyruğunun ucundaki fırça gibi tüyleri kıçına yaklaştıkça seyreliyordu. o kuyruklu biriydi. onu asla cıvıl cıvıl bir alışveriş merkezinde kendine spor ceket alırken göremezsiniz ya da çocuklarını pikniğe götürürken. o karanlık deliklerde yaşar. çok kişi lanetlenmiş olduğuna inanıyor, onunla konuşan kişiler dahi o kadar az ki.
bir sıçan gibi kokuyor. nefesi pis, ekşi.
not defterimi çıkarıp veriyorum. ağzımdan çıkan her söz havada birer titreşimden ibaret. diyorum ki: bir süredir bok gibi yazıyorum, biraz ara.
oysa o aradığını buldu bile. ne aradığını biliyorum, bunu ikimizden başkası hayatının sonuna kadar öğrenemeyecek. işim var deyip yanından kalkıyorum birkaç saniyeliğine.
çocuğun üzerine yaslanmış kız ve yaslandığı uzun, çelimsiz çocuk, mutlu bir çift. kızı tanıyorum, kokusunu aldığımda hala kendimi ergen bir çocuk gibi hissediyorum, heyecanlı, korku dolu. o anneme benziyor ve ondan sonraki tüm kadınlarım ona benzedi. o benim ilk sevgilim. beni tanıdı ve şimdi benden, benim ondan korktuğumdan daha çok korkuyor. benim olduğumdan daha çok, artık o heyecanlı. ona hak veriyorum, beni tanısanız anlarsınız. ona göre eminim kuyruklu bir adamdan çok daha iğrenç biriyim.
ama yanıldın tatlım. aklından geçeni yapmıyorum. o an yanlarına gittim ve çocuğa dönüp dedim ki: 'özür dilerim.' elinde bir hot dog vardı. 'bence tuzluyarak yemelisiniz.' kaşlarımı kaldırdım ve başımı salladım.
bu gün gerçekten çok espritüelim.
bunun üzerine çocuk bana teşekkür etti.
masama döndüğümde kuyruklu dostumun bir tanıdığı oradaydı. bu sıcak havada giydiği botların altları kopmuş, yolu adımlarken dahi yere sürtüyordu. gömleğini düğmeleri yanlış iliklenmiş. sakalları saçlarından uzun bu iri herif bana baktı. 'sana ne' dedi. gözleriyle sıska çocuğu işaret ediyordu.
kuyruklu dostuma döndüm. 'bana ne dedi bu hıyar?' alnımdaki damarların şiştiğini hissediyorum, kollarımdakiler de.
'sana ne dedi.' dedi. 'sana ne dediğini soruyor.'
'sana ne.' dedim yeni herife. benden çok daha iriydi, beni iki büklüm edip kendi kafamı götüme yerleştirebilirdi.
fakat o bunu yapmak yerine bir soru sordu. 'sence ilk insan karnını doyurmayı nasıl keşfetti?'
sarhoş suskunluk. o baş döndürücü kokuyu hatırlıyorum. beynimi parçalamış, kendine yer etmiş.
'belki sadece götünü parmaklamak adamın karnını doyurmadığı içindir.' dedi kuyruklu dostum. tek dikişte viskinin dibini gördü. buzlar bardağın dibinde bir süre devinim içinde kaldı, zaman geçtikçe eriyerek bardağın altının şeklini alıyordu.
'çünkü' dedi adam, ses tonu ciddiydi: 'bilgi doğuştan gelir. sen onu yaşarken ortaya çıkarırsın.'
dedim ki: 'hayvanlar nereden biliyorsa, insan da karnını doyurmayı öyle biliyordu.' 'içgüdüsel.'
aniden beynimin derinlikleri dondu. gözlerim kocaman açıldı ve zaman oracıkta niteliğini kaybetti. soyutlandım.
o buradaydı. baykuşu olan kız. o, benim olgunluk dönemimin ait olduğu yer. ben onun büyük tatlı göğüslerine aitim ve o benim geniş omuzlarıma.
diyor ki 'belki de her şey bir aldanıştan ibarettir. yalnızca karnımızn doyduğunu görmek ve inanmak istiyoruz, ve inanıyoruz da. belki bunların hiçbiri gerçek değil. kendi kafasında kurduğu dünyada yaşayan bir deli olmadığını bilebilir misin? bir deli bunu bilebilir mi?'
sesi alçaktı, çok derinlerden geliyordu ve seksiydi. yeni uyanmış gibi.
'sen ne içtin?' diye sordum ona.
'lolipop seni çok özledi.' dedi. suratında pis bir gülümseme. dışarıda yağmur var ve toprak kokusu. onun kısa saçları yağmurda bozuldukça güzelleşiyor, parça parça suratına yağışıyor, ağzına, benim ağzıma. kürdanın orada ne aradığını çok merak ediyorum.
30 Mayıs 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder