İzleyiciler

12 Aralık 2010 Pazar

devrim

evet, yani söylemek istediğim, - içimde olduğu kadar etkili hale nasıl getiririm bilmiyorum- her an değişmekte olan şeylere bakıyor olduğunuzdur. hiçbir şey -özellikle ben- ebediyen istediğiniz yönde devinmeyecektir. söylemek istediğim şey, ebediyen, sizin istediğiniz yönde devinmeyecektir.

devrim -bir yazarın yok olup yenisinin var olmasını izliyorsunuz- her şeye rağmen eskisinin üzerine yapılır. her şeyi yeni baştan düşünün ve ona ihtiyacınız olup olmadığına karar verin. gerçekten ihtiyacımız olmayan her şeyi çöpe attık. elimizdeki dünya, işte bu gün bizim oldu.

devrim böyle başladı. ve her şey artık son şeklini aldı.

şimdilik.

...

http://zendust.blogspot.com/

12 Ağustos 2010 Perşembe

uyarı

'eğer bunu okuyorsan, bu uyarı senin için. bu anlamsız güzel baskılı kağıttan okuduğun her kelime hayatından harcanan diğer bir saniye demek. yapacak başka işlerin yok mu? hayatın gerçekten bu kadar boş mu da bu anları daha iyi geçirebileceğin bir yol düşünemiyorsun? yoksa saygı ve inanç beslediğin otoriteyi ortaya koyanlardan çok mu etkilendin? okuman gereken her şeyi okur musun? düşünmen gereken her şeyi düşünür müsün? sana alman gerektiği söylenen her şeyi satın alır mısın? apartmanından dışarı çık. karşı cinsten biriyle tanış. lüzumsuz alışverişi ve mastürbasyonu bırak. işinden ayrıl. bir kavga başlat. yaşadığını kanıtla. eğer insanlığını ispat edemezsen, bir istatistik olarak kalacaksın. artık uyarıldın.'

tyler

21 Temmuz 2010 Çarşamba

ihtimal

önünüzde iki ihtimal varsa ikisinden biri asla anlamını tam olarak karşılayacak şekilde gerçekleşmez fakat bu olduğunda onu gerçekleşmemiş de sayamazsınız. bu durumda yarım ağızla söylemek zorunda kalırsınız: 'A' oldu. oysa olan şey tümüyle kendine özgü bir durumdur ve önceden biçilmiş ihtimallerle değerlendirilemez.

işin acı kısmı, bu yanılgıyı yanlızca mağdur durumdayken anlayabilirsiniz.


" barışı koruyan hep bizim silahlarımız, tehdit eden ise başkalarınınkidir. "

gündüz vassaf

12 Temmuz 2010 Pazartesi

yağmur

gökyüzünden inen her bir yağmur damlası, birer altın külçesine dönüştü ve yollarda henüz ölmemiş insanlar, yanlarında kafaları parçalanmış ölü insanlara bakarak can çekişiyor. herkes onları göz ardı etmiş altın külçelerini topluyor.

itişmeler, birbirinin paçalarından çekmeler, darp. ter, kan ve kusmuk kokusu. her şey gökyüzü altın yerine bir su damlası verene dek sürdü ve her yeri sel alıp götürdüğünde bu başımıza gelen en iyi şey oldu.

28 Haziran 2010 Pazartesi

dürüstçe öncesi

ilk sevgilim olduğunda bir çift memeye sahip olma fikri beni çok fazla heycanlandırmıştı. gerçekte dekolteden göründükleri kadar güzel olmadıklarını gördüğümde hayal kırıklığına uğradım. çok şey tümüyle açık edilmemeli.

neşeli bir günde ergen kızla ergen çocuğun buluşması. bu her şeyin öncesiydi. beni eve götürdü. yağmur başladı ve odaya karanlık çöktü. sinekler aç kalmış olmalı, daha önce bu kadar vızıldadıklarını görmemiştim. perdeler çekiliydi, onları hiç ellemedi. evi sıradandı: danteller, misafir odası, koltuk örtüleri, amaçsız biblolar, muhabbet kuşu, bir kaç süs bitkisi; kimi sahte kimi gerçek. üzerimde dakikalarca terlerken tırnaklarını sırtıma öylesine geçirdi ki izlerini bugün bile taşıyorum. enerjim tamamiyle tükendikten sonra 'kalk' dedi bana, 'yemek yapalım.'

mutfak böcek içindeydi. ekmek poşetini sarmış örümcek ağları, çatal bıçak arasında gezen hamamböcekleri, uçuşan güve kelebekleri, bir sineğin üzerine çıkmış çiftleşirken bir bandın üzerinde olduğunu farkeden bir diğer sinek. oraya yapışık halde ölmüşler, ne acı bir ölüm şekli.

kulağımın arkasından 'kaldır şunu' diye fısıldadı. 'ellerini kullan.' sıcak nefesinin ensemde uyandırdığı küçük hava akımından gülümsediğini hissediyordum. oysa elimde bir tencere vardı. ve bir şey dememiş gibi, yüzüme dahi bakmadan yaptığı işe devam etti. o an çok garip bir şey hissettim. güç, erotizm ve delilik arası bir histi.

tencereyi rafa kaldırdım ve çekmeceden gözüme en uygun gelen ekmek bıçağını aldım, ekmek poşetine uzanırken az önce bana yaptığı gibi arkasına geçtim, birkaç saniye öylece bekledim, ona yaslanmak, dokunmak üzereydim neredeyse, fakat ona yaslanmıyordum. ona dokunmuyordum. nefesimi hissediyor olmalıydı. kulağına eğildim ve hiçbir şey fısıldamadım, yalnızca beklemeye devam ettim. sonunda küçük oyunumuzu bozarak suratında imalı, yaramaz bir gülümsemeyle bana döndü, bir adım geri çekildim ve bıçağı karnına sapladım.

onu öldürdüm çünkü onu seviyordum. o, bir şeyi ilk defa denemek için hayatımdaki en uygun kişiydi, her şeyden öte bana en yakın kişiydi ve sanki onu öldürmeme dahi kızmazdı. onu hep seveceğim, artık asla ayrılmayacağız.

hislerim karşılığını bulmuştu artık, güç, erotizm ve delilik. tam olarak böyle hissettim.

evden çıktığımda saçlarımın önü ıslandıkça kaşlarıma yapışıyordu, parlak uçlarını görebiliyordum. dakikalarca yürüdüm, rüzgar kulağıma hiçbir şey söylemedi. bir gazete aldım, parkın üzeri kapalı yerine oturdum ve amatör şairler kısmını okudum.

insan karnından ölmüyormuş, kız sürünerek telefona gitmiş, ambulansın numarasını hatırlayamadığı için annesini aramış, annesi ambulansı aramış. fakat insan karnından çok acı çekiyormuş.

benim yüzümden asitli şeyler içmesi yasakmış. benim yüzümden aylarca lapa halde yemekle beslenmiş.

o anneme benziyor ve ondan sonraki tüm kadınlarım ona benzedi. o benim ilk sevgilim. beni gördüğünde benden, benim ondan korktuğumdan çok daha fazla korktu çünkü ona tüm bunların üzerine bir demet papatya gönederdim. üzerinde geçmiş olsun notu vardı.

tüm bunları kuyruklu dostuma anlattım, o ise beklediğim tepkini onda birini vermedi.