İzleyiciler

10 Haziran 2010 Perşembe

ormanın kralı

kendine bir insan boyu akvaryum alıyorsun, renkli kumlar, parlak plastikten bitkiler, arka cam için renkli dekor. küçük, sahte ölçütlerince mükemmel bir kesit, bu güne kadar içindeki yaşam ortamını hiç görmediğin denizlerden. taylandın bataklıklarından yakalanmış renkli, gösterişli balıklardan getirtiyorsun.

kendine şehirde bir yer satın alırsan parasını verdiğin kadar yerin olur fakat medeniyetten uzakta bir yer alırsan gözünle görebildiğin her yer senindir; bir bakıma insanları yok ederek özgürlüğünün kısıtlanmasını engelliyor, onu sınırsız kılıyorsun. çırılçıplak ağaca tırmanabilme, sağa sola koşuşturarak işeyebilme yetkisini kendine veriyorsun. ev yapımı bombalar yapıp boş arazilerde deniyor ve avlanıyorsun. gözünle dahi göremediğin, uzaklarda ormanın içinde, belki tekrar asla gitmeyeceğin her yere nohut ekiyorsun. nohutlar çıkıp toprağa dökülüyor ve bir sonraki döneme ormanın içinde yer yer büyük nohut kümeleri oluşuyor, gelecek dönem daha da büyük. tesadüfen bir gün avlanırken denk gelirsen, önündeki bir sene karnını doyuracak kadar nohut topluyorsun.

eğer bir kirpi avlamak istiyorsan haziran mevsimi geldiğinde, hava kararmaya başladığı saatlerde köpeğini serbest bırak.

bir timsah ya da fil avlıyorsan beyninden vur fakat ayı ya da kedigillerden birini görürsen ciğerlerinin olduğu yere ateş et.

eve geliyorsun ve harika akvaryumunun tabanı sırılsıklam, yerlere damlayan su sesini duyuyorsun. düşerek ses yapan her bir damla kafanda o an açılan oyuğu genişletiyor, kaynayan beyninden buhar çıkarıyor. hazırlamak için günler verdiğin, su sızdıran akvaryumunu aynı uğraşla kaldırma fikrini düşünmek dahi istemiyorsun fakat başka çaren yok.

bodrumdaki boktan, pislik içinde, yüksekliği yaklaşık on beş santimlik akvaryuma balıkları ölmemesi için aktarmak elindeki tek seçenek. renkli kum yok, süslü dekorlardan yok, yüzen plastik süs balığı, su düzenleyiciler, ilaçlar, protein ağırlıklı kaliteli yemlerden de yok.

damlayan her su damlası hevesinde bir delik açıyor ve aletini oraya yerleştiriyor.

o sikik, sağı solu çizilmiş akvaryuma hortumla çeşmeden su doldurup dibine biraz inşaat kumu atıyorsun. çamur gibi olmuş suya balıklarını salıyorsun.

bundan yıllar önce uzaklaştığım yerdeki tüm bu telefonlar, baz istasyonları, etrafa gözünle göremediğin ışınlar saçan boklar ve kimyasallar doğduğu günden beri bir nesil üzerinde kullanıldı, bizler, sokağa çıkmak yerine bilgisayar oynamayı seçen teknoloji çocukları üzerinde. ömrümüz ve hastalıklarımız, sonuç; bizler, geleceği şekillendirecek denek hayvanları olduk.

yemek yiyeceğim zaman farkettiğim bir durum; peynir ve ekmeği hala olduğu gibi dışardan alıyorum, fakat bu acı bir durum değil, bir yönünle hep medeniyete bağlı kalmak zorundasın. başkaldırının sınırları vardır, ilkel çağlarda insanların ömrü şimdikinin yarısı kadar dahi yoktu. çizginin çekildiği yer, insanın doğasından uzaklaştığı ve ona zarar verdiği noktadır. hiyerarşik sistem ve ego insanın doğasında vardır, fakat olması gereken daima insanların bir bölümünü temsil etmeyecek olan sikik bir devlete boyun eğmekten çok, köyün bilgesine boyun eğmek gibidir. saygı duyulan şey görkem değil, öz; uğrunda ölünen şey devletin çıkarları değil, kişiye ya da topluluğa doğrudan yapılan saldırı olmalı.

ve modern bürokrasi tümüyle yıkılmalı.

akşam tekrar evime dönüyorum ve bataklığa dönmüş akvaryuma bakıyorum. su durulmuş, üzeri yağa benzer bir tabaka kaplamış, balıkların kum üzerindeki ufak devinimleriyle su yer yer bulanabiliyor. pisliğin arasında duran büyükçe bir taşın üzerinde gördüklerime inanamıyorum, bunlar balık yumurtası olmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder