İzleyiciler

14 Mart 2010 Pazar

a & h 2

kfc de beş milyona doyarız dedi mavi gömlekli çocuk. siyah kareli mavi bir gömlek ve altında nirvana tişörtü. aşağı doğru inen iki yeşil çizgisi olan parlak eşofman altı ve süperstar ayakkabılar. ayakkabıları ve aynı marka eşofman altının orjinal olduğunu sanıyor fakat değil. bunlar türkiyeye özel üretilir ve kalitesi düşüktür. tıpkı aylardır kullandığı yurtdışındakilere oranla kalıcılığı çok daha az olan axe parfümü gibi. baktığınızda etiketi orjinaldir tabi.

hemen yanından küçük göt geçiyor ve konuşuyor. bu siktimmin plazasında zenciler bile on numara tiki. oysa buna ihtiyaçları yok. kızlar artık parlak ve diken diken saçlardan tatmin oluyorlar. saçlarına yapış yapış bir şey sürüyor ve ortada birleştiriyorsun. mohikan kestirmek için annesinden izin alamamış punk modeli. sahte dağınıklık ve parlak umursamazlık. nirvana tişörtlü çocuğa seni sikerim bakışı atıp ardından gülümsüyor. intihar etmek harika bir çözüm fakat her şey yoluna girdiğinde sen orada olmuyorsun diyor. buraya işemek için bile girmemeliydik. davulcu arkasında kafasını sallıyor.

nirvana tişörtlünün yanında dostu var. üzerine yeşil bir tişört ve sarı hırka giymiş. küçük götü süzüyor yanından geçerken ve içten içe küçümsüyor. elinde fötr şapkası var. çok cepli pantolonunun altına converse giymiş. taşlı küpe takmış. dönüp arkadaşına açlıktan öldüm diyor. iki tane d 3 menü istiyorum hatta üstüne big mac menü bile yiyebilirim.

bundan birkaç dakika önce hang out takıldığı kızı anlatıyordu.

param kalmadı diyor nirvana tişörtlü, dün son zamanlarda takıldığı kızla murat boz konserine gitmiş. kfc ye oturuyorlar birlikte. karşı masada saçlarını düzleştirmiş ve önlerini tel tokayla kafasının arkasına doğru tutturmuş bir kız var. onun yanında yanakları kıpkırmızı, makyaj yapmayı bilmeyen bir kız, tıpkı heidi gibi görünüyor. kaçınılmaz son üye, şişman ve çirkin kız. en çok o konuşuyordu ve muhtemelen bilinmesi gereken tüm dedikodulardan haberdardı.

heidi çocuklar karşı masaya oturur oturmaz demişti ki kurt cobain tatlıymış. bu bir tür hiyerarşik paylaşımdır. içlerinden en güzel olan en tatlı çocuğu belirler ve o onundur. diğer kıza tatlı çocuğun kankası kalır. şişman kız muhalefet ve uyuzluk yapmaktan başka bir işe yaramaz.

yeşil hırkalı cocuk doğrudan karşı masaya bakıyordu, kızların gözlerinin içine. cüzdanında yıllardır taşıdığı aynı prezervatif var. bu güne kadar yaşadığı en uzun ilişki üç ay. ona göre devamlı birilerinden ayrılıp başkalarıyla çıkmazsan insanların gözünün önünde olmazsın. seni konuşmazlar. şeklin olmaz. okulun popüler olmaya çalışan çirkin ve kaşar kızlarından birine aşık olduğu günler, mail ile terkedilmişti. e posta. gelen kutusunda bir yeni mesaj.

bazen sevdiğin insanlar için onları terketmen gerekir. bunu sevdiğin insan seni terkettiğinde anlarsın. eğer seni terketmemiş olsaydı her adını duyduğunda tekrar aynı şeyi hisseder miydin? bazen birini sevmen için seni terkedebilmiş olması gerekir. o an gözünde mükemmelliğe ulaşır ve bu hastalıklı hissi yaşadığın her an artık ona layıktır.

ardından ilk iş: birini kendine aşık eder ve terkedersin. o zaman görürsün ki, işler gerçekten böyle yürüyor.

bunları o kızdan öğrenmişti. eğer ilk ilişkini ilk ilişkisi olmayan biriyle yaşıyorsan bu çok aptal yerine konulacağın anlamına gelir.

aylarca bunalımdaydı ve karamsar biri olup çıkmıştı. ben insanların gülmesi yanlısıyım diyordu o zaman. eğlenerek yaşamak. yaşam için başka bir amaç göremiyorum. ama insanları güldürecek kişi ben değilim. benim için güneş parlamıyor, çiçekler açmıyor ya da kuşlar ötmüyor. ben karamsar biriyim.

dün uyandım ve kafamı havaya uçurma ihtimalimi tekrar gözden geçirdim demişti bir kez cobaine. doktora gitmeme gerek kalmazdı, faturaları yatırmama ya da film kiralayıp zaman öldürmeme de.

sonra onu terkeden kızın arkadaşlarından biriyle birlikte olmaya başladı. ve her şey kendiliğinden yoluna girdi. değişen bir şey yoktu fakat artık kalbi kırık değildi. unutmuştu. her şey öylece sona erdi. onu aylarca ağlatan şey bu kadar basitken bir zaman daha geçti ve hiçbirine değmediğini anladı çok geç olsa da. sonra başka bir arkadaşıyla birlikte oldu. sonra onun kuzeniyle ve daha sonra tüm bu kişilerin tanıdığı başka bir kişiyle.

ayağa kalktı ve arkadaşına hiçbir şey söylemeden, ensesindeki saçları sağ eliyle aşağı doğru sıvazlayarak karşı masaya gitti, kafasının arkasındaki saçlarla oynamaya devam ediyordu. gözüne kestirdiği kıza bakıp gülümsedi. şimdi dedi, sana ne söylersem söyleleyeyim devamlı buraya gelip takılan, yemeğini yedikten sonra güzel gördüğü kızları götürmeye çalışan ortalama bir tip sanıcaksın beni.

ve gerçekten böyleydi.

gülümsedi. aksini kanıtlamak için uğraşmayı düşünmüyorum. buraya gelmeden hemen önce aklımdan geçen şey şuydu. bu güne kadar hiç reddedilmedim. ciddiyim. yanlış anlama, tamamen korkak biri olmamdan bu. bugüne kadar doğru düzgün bir sorunla falan da karşılaşmadım. bir kere bile okuldan ceza almadım mesela. asla karakola götürülmedim. iddaya girip sulu boya içmedim ya da kimseye yumurta fırlatmadım. şimdi burdayım. neden bilmiyorum, bunu sana asla açıklayamam farkındayım ama bu durumu değiştiren az önce bana bakıyor olmandı.

söylemek istediklerimi özetlersek şöyle: arkadaşımla masanıza gelsek sorun olur mu?

kızlar gülümsedi. kurt cobain tişörtlü cocuk masadan kalkmak üzere toparlanmaya başladı.

tiki çocuklar tam anlamıyla adresini bulmuşken garsonlardan biri önlüğünü sıyırdı ve üzerinden kfc yazan şapkasını çıkarıp yere bıraktı.

kasayla ekmekleri taşıyan genç, döner kapının yanındaki girişi kendisine özel açtırarak içeri girerken ona baktı ve gülümsedi. kıravatı sonuna kadar çekilmiş, gömleğinin düğmeleri sonuna kadar iliklenmişti. kasaların ilkini yerine götürüp bıraktı. gülümsediği önlüksüz garsonun elini sıktı. arkasında kısa boylu gözlüklü adam sinirleniyordu. kaç defa söylemeliydi ona her gittiği yerde oyalanmaması gerektiğini.

heidi masadan kalktı. otuz saniye sonra kurt cobain gidecekti. bundan otuz saniye önce ise cobain arkadaşına mesaj atmıştı.

prezervatifini gömleğimin cebine koy.

cobain ve heidi önceden tanışıyordu. daha önce metalcilerin oralet ve ıhlamur içtikleri kafede tanışmışlardı. heidinin insan irisi sevgili vardı yanında. kafenin abone tiplerinden. aynı masadayken yine, heidi ona mesaj atmıştı. hastaneye kaldırılmanı göze alsaydım arkamdan tuvalete gelmeni söylerdim.

cobain kızın yanına oturduğunda demişti ki: artık hastahaneyi göze alıyorum. beni hastanelik etsene.

mavi üniformalı genç adam son kasayı koydu yerine. boynundaki damarlar şişmişti ve ter içinde kalmıştı. ortadaki kasalardan birinin üzerindeki poşeti kaldırıp ekmekleri araladı. kfc garsonu gülümsedi. içeriden bir kız bağırdı: napıyorsun orda, iki chicken menü iki milkshake.

aradan beş saniye geçti ve pişmekte olan tavuklardan birinin üzerine bir parça kafa yapıştı. yanak ve biraz da kaş. deri parçasının makinaya değen kısmı yanan yağın üzerine su dökmüşsünüz gibi ses çıkarıyor ve piştiği yerde dalgalanıp duruyordu. bazı bölgeleri kararıyor ve şişerek baloncuk oluşturuyodu. makinanın kenarından kanlar süzüldü ve kafasının yarısı olmayan kız boynundan fışkıran kanlarla etrafı boyayarak büyük bir salam gibi yere düştü.

her taraftan çığlıklar yükseliyor ve insanlar masaların altına giriyordu. tüm bu kalabalık filmlerde gördüğü şeyden farklı bir şey yapmıyordu. böyle bir durumda farklı şekilde bir tecrübenizin olması beklenir bir durum değildir zaten. birkaç kişi yürüyen merdivenlerden koşarak inmeye çalışırken onların yanında, bir alt kata atlayan gençler vardı. bir patlamayla ekmekleri getiren gencin patronunun göbeğinden yağlar fışkırdı önce, sonra biraz miğde ve bol miktarda bağırsak yayıldı parlak zemine. hepsi birbirine bağlıydı ve ucundan tutup çekerseniz adamın içi olduğu gibi boşalacak gibi duruyordu. ölmeden birkaç saniye öncesiydi ve pembe, kahverengi arası bağırsaklarının sürekli bir devinim halinde olduğunu, seyirdiğini, hatta üzerinden buhar çıktığını görebiliyordu adam.

bir alt katta duran kapı görevlisi kendini dışarı atmış ve telsizinden güvenlik görevlisine olayı bildirmişti. oysa ortalıkta güvenlik görevlisi yoktu. güvenlik görevlileri çatışmadan çok güvenliği sağlamak üzere eğitim alırlar ve bu eğitim pratik değil teoriktir. çatışmaya girip o gençleri vurmak ne kadar işine ait değilse, burda öylece durmak da o kadar işine ait değildi. onlara zarar vermeden onları durdurmak yapması gereken işken, bunun imkansız olması işvereni asla ilgilendirmezdi. yeleğini çıkarıp silahının takılı olduğu kemerinin tokasını açtı. üzerinde bağlı olduğu firmanın amblemi basılı olan kravatı çözdü.

iki genç masanın içinde çökmüş, titriyordu. kız ağlarken gerçekten çirkin gözüküyordu ve tüm makyajı mahvolmuştu. çığlıklar yükseliyordu her taraftan. adem dedi çocuk, adım adem. ölmek üzereyken çocuğun düşündüğü tek şey kızın adını hala bilmeyişiydi. kız normalde bu durumda gülümsemeliydi. oysa şimdi şişman kız önlerinde titreyerek açıkça seçilebilen, makarna gibi dışarı sarkmış şah damarından kan fışkırtıyordu. herhangi bir an o kızın canlı suratına baktığınızda daha iğrenç görünemeyeceğini düşünebilirsiniz, bunu görmediğiniz sürece. hıçkırıklarının arasına dişlerini sıkmaya devam ederek havva kelimesini sıkıştırdı kız ve kafasının üzerinden bir tüfek gürültüyle patladı.

ölüme bu kadar yakın olduğunuzda tüm iç buhranlarınızın ve o çok değer verdiğiniz meselelerin önemsizliğini kavrıyorsunuz. tek gerçeklik iç huzur ve mutluluk oluyor. bunu elde etmenin en kolay yolu umursamazlık. bunu yalnızca ölmeden hemen önce kavrayabilmeniz ironi.

heidi çocuğun fermuarının arasından sıyrılan kıpkırmızı ve nabzını rahatlıkla takip edebileceğiniz şekilde hareket halindeki penisini ustalıkla kavrıyor ve bundan daha ileri gitmeyeceğiz diyordu kabinin içinde. kurt cobain gülümsüyor, o zevkin doruklarına doğru tırmanmaya başlarken kızı tatmin eden çocuğun heyecanı ve isteği oluyordu. klimanın sesi kendini farkettirmeden tuvaletin içini kaplıyordu. medeniyetin en büyük faydalarından biri olan duvarlar insanların hayatlarını, sevinçlerini, üzüntülerini, heyecanlarını, hatta ölümlerini birbirinden ayırıyor, hem de size bunu bir an bile düşündürmeden. birkaç metre uzaklarında onlarca insan kurabiye kadar kolayca parçalara ayrılıp, organları sümük gibi duvara yapışırken iki kişi ileride asla unutamayacakları bir sevişme yaşamaya devam ediyordu.

çığlık sesleri sona ermişken güvenlik görevlisi sivil kıyafetleriyle dışarı çıktı ve kapıda görevli olan kız ona bakakaldı. kız herhangi bir şey söylemeden bekleyişine devam ederken güvenlik görevlisi nereye gittiğini bilmeden hızla yürüdü, gitti. polisler içeri girdi. silahlı iki genç birbirine bakıp gülümsedi. cobain tuvalette heidinin saçlarına parmaklarını geçirdikten sonra kafasını kendine doğru bastırdı ve tek bir anlığına dizleri çözüldü. ikisinin de saçları terden sırılsıklam olmuş.

silahlı gençler artık her şeyin sona erdiğini düşünürken bir masanın altından hıçkırık sesi geldi. polisin bağırışı duyuluyor fakat ne dediği anlaşılmıyordu. mavi üniformalı genç masanın altını görebileceği şekilde ilerledi ve titreyen iki genci gördü. kfc garsonu yaklaşan polislere ateş açtı. bir silah sesi de titreyen gençlerin masasından geldi. ateşlenen silah taşlı küpeli, saçlarının arkasını dikmiş ve ense bırakmış bu sinir bozucu tipli çocuğayken, çocuk ağlayan kızı önüne çekerek kendine siper etti ve parçalanan kafa artık havvaya aitti. o anda yakınlardan bir mermi sesi daha geldi. karşılarındaki silahlı, mavi üniformalı genç, suratında zafer ifadesiyle iri vücudunu ayakta tutmaya dahi çabalamadı. yere düştükten sonraki halinden birkaç saniye içinde can verdiği belli oluyordu. herkesin kendisi için beklediği türden, ani ve acısız bir ölüm.

her şey burda sona erdi.

heidi tuvalette dağılmış saçlarını toplarken cobaine dedi ki: ben kısa saçlı erkekleri severim.

ben de kişiliği olan erkekleri severim dedi cobain. ellerini yıkadı ve musluğu kapadı. yüzündeki terleri ıslak elleriyle sildi. 'ben kimse için saçlarımı kestirmem.'

aradan haftalar geçtiğinde heidi onun uzun saçlarını sevecekti. uzun saç sevdiği için değil, çocuğu sevdiği için. bu güne kadar erkekleri onun için saçlarını hep kestirmiş. belki de sebebi buydu.

birlikte erkekler tuvaletinden dışarı çıktılar. etrafta her şeyden çok kan ve parçalanmış insanlar vardı. ölüm, yeni sevişmiş, tuvaletten çıkan bu terli çifte anlayamayacakları şeyler fısıldadı; fakat bahsettiği şeyi hissettiler. neler olduğunu biliyorlardı ama anlatamazlardı, konuşamazlardı, çünkü onlara bunu kimse söylememişti. dümdüz yürüyüp dışarı çıktılar ve kimseye bir şeyden bahsetmediler. en başta sadece sevişmeyi düşünen heidi ve cobain şimdi el eleydi ve bir şeyler hissetmişlerdi, bu da asla anlatamayacakları türden.

adem içinde bulunduğu duruma göre fazlasıyla durgun hareketleriyle polislere bir şeyler anlatıyordu onlar dışarı çıkarken. eğer yanında titreyen havvayı kendisine siper etmiş olmasa şokta olduğunu ve hareketlerinin farkında olmadığını düşünebilirdiniz. fakat muhtemelen bir daha asla görmeyeceği birinin hayatını kendisininkiyle değiştirerek yapabileceği en akıllıca şeyi yapmıştı.

akıllıca olması ise onun ahlaksız ve aşşağılık olmasını engellemezdi.

havvayı tekrar asla görmeyecek olması kafasındaki hatalı sanrılara göreydi tabi. gerçek ise şuydu. insanlar çoktan dünyada ve zıvanadan çıkmış haldelerdi. adem ve havvanın sıradan bir ilişkisi, boktan evliliği ve çocukları olacaktı fakat onlara artık kimsenin ihtiyacı yoktu. işsiz, çapulcu ilk iki çocuk ve onların isimlerini biliyorsunuz. işte onlar asla doğmadı. değişen şey iki önemsiz bok parçasıydı.

polis ademe dedi ki, dışarı çık ve hava al. zor anlar yaşadın.

aradan aylar geçtiğinde sımsıkı sarılıyordu sımsıcak, başını göğsüne gömmüş uyuyan sevgilisne cobain. gözlerini kapamıştı. nefes alıp verişini bir bebeğin çamaşır makinesi izleyişindeki ilgiyle dinliyordu. dünyanın en ilginç ve en az rastlanılan olayı gibi. başka şeyler gerçekte olduğundan daha az önemliymiş gibi. belki öyleydi. uyandığında sevgilisi, heidi, soğuk bir yastığa dönüşecekti. bu bir halüsinasyon. bir bad trip. hiç olmadığı kadar. ayrılmışlardı ve cobain artık sayısını dahi bilmediği hapları kullanıyordu. o bunları sınıflandırıyordu ve sakinleştirici, antidepresan ya da uyarıcı diyordu. uyuşturucu: yasak kelime. bunların kimi reçeteliydi, kimi el altı.

gerçek olanın aslında halüsinasyon olmadığını, eğer o halüsinasyonun içinde olduğumuzu kabul ettiğimiz takdirde, kimse bize kanıtlayamaz.

adem aynı yerdeydi. restore edilmiş kfcde. aynı masada. ve gecenin bu saatinde orada kalmış tek grubun gözüne kestirdiği kızına göz kırpıyordu. bir dakika, hepsi bu. o masada olacaktı. kız ise egosu tatmin halde ve mutluydu. karşısında ona bakıp duran bu çocuk, en kötü ne yapabilirdi ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder