İzleyiciler

5 Nisan 2010 Pazartesi

a&h 3

iyi ya da kötü, dedi kız.

tek tanrılı dinler büyüyü yasakladıkları zaman, onun gerçekliğini de kabul etmiş oldular. büyü yapmak, tanrısal güce sahip olarak tanrıya kendini ortak koşmaktı, affedilmeyen günah. bunun günah sayılması, sistemin alternatifini kendi içine alıp sindirmesi mantığıyla edilen hareketti.

eğer bir şey yasaksa, o bizim için karanlık ve etkileyicidir.

insanlık tarihinin en eski inancı, işte bu yasaklar sayesinde bugüne kadar yaşamayı başardı. diğer dinlerin içine geçmiş, insanlığın sırtına yapışmış halde süregeldi büyü, bastırılmış halde.

orta çağda aklı başında olmayan tüm yaşlılar büyücülükle suçlandı. kötü büyünün geri dönüş şoku bu insanları bu hale getirirdi. kara büyüyle uğraşmanın ilk koşulu: kendini her anlamda denetleyebilmelisin. bunu yapabilen insana cheun-jen dediler, purusha ya da insan-ı kamil. ve insanın ruhsal gelişimini tamamlamak için çocuklar daha küçükken sınava sokulur, seçilir, onlara inisiyasyon eğtimi verilirdi. tarihin tüm büyük büyücüleri inisiyelerde eğitim almış ve zorlu aşamaları geçmek için çabalamışlardı. nefsini, duygu ve düşüncelerini denetlemesini bilen, enerjilerini kendi çıkarları için kullanmayan insanlar yetiştirildi.

musa peygamberin bir inisiye olduğunu söylerler. tıpkı isa peygamber gibi. ve sormaya devam ederseniz, budanın, platonun ve pisagorun isimlerini de duyacaksınız.

oysa bu eğitimi alanlar büyük gizlilikle saklanırdı. bu gerçekte çok daha uzun bir listedir.

derler ki inisiyelerden çıkan kimse kara büyücü olmamıştır. isteklerine, düşüncelerine ve nefsine hakim olanlar büyü yapmamalıdır çünkü insan iyi niyeti aşıp nefsini dinlemeye başladığı an çalışma artık kara büyüdür. kara büyüde mesele ipe düğüm atmak, saç teli ya da garip hayvan organları kullanmak değildir.

herhangi bir büyüde mesele ipe düğüm atmak, saç teli ya da garip hayvan organları kullanmak değildir.

modern büyü rehberimiz, telekinezi, canlısal manyetizma, hipnoz.

yeterli bilgi sahibi olmayanların hipnoz yapmaması gerektiği söylenir çünkü hipnozun her zaman bilinmeyen bir yönü vardır. gölgede kalmış bir tarafı.

eğer bir şeyi bilmiyorsak, o bizim için karanlık ve etkileyicidir.

hipnoz yaparken içeriği henüz bilimsel olarak saptanamamış manyetizmayla insanların bilincine etkide bulunuyorsunuz. bu işin bugün yapıldığı yol, bakteri üzerinden oldukça kuvvetli bir zehir elde ederek botox yapmak gibi biraz da. önemli nokta ise şu: yanlızca çok az miktarda kullanabilirsiniz. yoksa neler olacağını tahmin bile edemezsiniz. işte büyü, bizim elimizdeki çok kuvvetli zehir ve sınırlarını hiç bilmiyoruz, çok azını kullanabiliyoruz. insanlar bu sayede hiçbir şey hissetmeden diş çektirebiliyor, farkında bile olmadan dil öğrenebiliyorlar. fakat hepsi bu kadar.

turistler bu anlattıklarını ilgiyle dinliyor ve ardından ona fal baktırıp muhabbet ederek büyük miktarlarda paralar kazandırıyordu, bir dilencinin kazandığından bile fazlasını. o kendini geliştirmiş bir falcıydı sadece, büyücülüğe ilgi duyan bir falcı. gogol bordello dinleyen esmer bir çingen kızı. saçları ucuz bir sarıya boyanmıştı, diplerinden çıkan kıvırcık, bakımsız saçlar ise simsiyahtı. kolları ve bacakları incecik birer kemikten ibaret gibi gözüküyordu.

loş bir odadaydılar. burası çalıştığı kafenin kendisi için ayırdığı tuvaletten bozma yer. içeride yaşam mücadelesi veren rengini yitirmiş bir japon balığı vardı. eğer bir japon balığı yeterince güneş görmezse bir süre sonra eski parlak renklerinden eser kalmaz, bembeyaz olur. birkaç tane de süs bitkisi yetiştiriyordu ve her biri pencereye doğru büyümüştü. karanlıkta kalan yapraklar diğerlerine göre daha solgun ve küçüktü. içerisi öylesine kasvetliydi ki masanın üstündeki ufak köpek biblosu dakikalardır kusuyordu. kız oturduğu yerden tarot kartlarını açtı, bir süre hiç konuşmadan kartlara öylece baktı, ardından başını salladı. sadece kötülük dedi. eğer gördüklerimi size söylemezsem ve şu andan itibaren kartların hiçbirini açmazsam tüm bu kötü şeyler gerçekleşemeyebilir.

böyle bir durumda asla ölüm demezsiniz, kötülük dersiniz.

oysa artık gerçekte üzülmüyordu, umurunda bile değildi. tüm bu gözlerin dolması, üzüntülü tavırlar, her biri ölümün göründüğü faldan aynı parayı koparabilmek içindi.

gözleri içeri giren yarım yamalak güneşte parlıyordu. dışarıda az önce konuşma yaptığı turistler sıralarını bekliyordu. bacak bacak üstüne attı.

ard arda kartlar açıldı. saatlerce müşterilerden biri girip biri çıktı. her biri o kadar farklı kokular sürünmüştü ki oturdukları sandalyenin kolçağı erimiş, yere damlıyordu.

akşam oldu, onun işi bu saatte biterdi hep. eve gitmek yerine kaykaycı çocukların takıldığı yere giderdi çıkınca, çok uzak değildi. tanıdığı birkaç çocuk ordaydı. gider, biraz takılır ve eğlence bitince yüzüne vuran serin rüzgarla yalnız başına eve yürürdü. bazen yolunu uzatırdı amaçsızca. hayattan beklentisi yoktu, sadece keyfine bakardı.

her insan akşam serinliğinde boş yollarda öylece yürümenin zevkini alamaz. genelde yapacak çok önemli işleri varmış gibi hızla eve yürürler, ardından televizyonun başına oturup saatlerini öldürürler.

ağaçlar gözlerini kapamış, rüzgarın saçlarını dağıtmasına izin veriyordu.

çocukların kendilerine açtığı müziğin sesini duydu kız. bu saatte kaykaycıları izleyen pek kişi kalmazdı. onlar da telefondan müzik açar, siyah poşete saklı biralarını içerlerdi.

hava iyiden iyiye kararmıştı. telefon tükürükler saçıyordu.

'güneş o an battı, gece oldu.'

yeşil eşofmanlı bir çocuk bağdaş kurmuş oturuyordu. kafasında iç içe geçmiş NY harfleri olan siyah bir şapka vardı, yüzü uzaktan görünmüyordu. elinde siyah bir poşet. gülümsedi.

'bir bölündü ikiye.'

kız da gülümsedi, oldukça çirkindi. devinim halindeki çocuklar yaptıkları -her neyse- hiç bozmadan devam etti. gördükleri yabancı bir yüz değildi.

kızın ruhu değerliydi çünkü satılık değildi. eğer satıyor olsaydı, beş para etmezdi.

ve hissettikleri farklıydı. gerçek hislerinizin aslında bir ismi yok ve onları bir isme sığdırmaktan vazgeçtiğiniz an sadece size özgü olurlar.

acı biradan bir yudum aldı. içinde ani bir ürperti hissetti, tüyleri diken diken oldu. canı bir şey söylemek istemiyordu, konuşmadı. bazı insanlarla garip bir iletişiminiz vardır ve onu gördüğünüzde ne hissettiğini bilirsiniz, ne istediğini anlarsınız. çocuk böyleydi. geceleri insanların çalışmak istemediği işlerde çalışırdı. liseyi bitirememişti. sarıldılar. hava serinledi.

hades korkunçtur fakat kötü değildir. insanlar çoğu zaman farkı göremez.

gözünüze yanlış ya da uygunsuz görünen her şeyi yeniden değerlendirin. sadece alışık olmadığınızdandır.

eğer bir yerde yıllarınızı geçirdiyseniz havanın kokusundaki değişimi anında alırsınız. çocuk burada büyümüş, bu sokaklarda. burası öyle bir yerdir ki sanki her an ölüm tehlikesi taşıyan bir hastalığa yakalanmış gibisinizdir fakat ölmeyeceğinizi bilirsiniz. çünkü bu sokaklardır sizi büyüten. havayı soluduğunuzda arka sokaklardan birinde ağzı burnu yeni dağılmış bir çocuk olduğunu anlarsınız. gergin bir hava vardır, fakat asla olayları göremezsiniz. görünürde geriye kalan, asfalta düşmüş birkaç damla kan olur. en büyük bir damla, yanında sıçramış birkaç küçük noktacık, ve yürüdüğü tarafa gittikçe küçülen damlalar.

önünüzden geçen kişi tesadüfen bu yolu seçmiş biri olabilir, ya da cebine soktuğu elinde az önce kopmuş parmağını sımsıkı tutuyordur.

bunu sokaklarda büyümemiş insanlar anlayamaz. bunu google earthden göremezsiniz. bunu çok kaliteli fotoğraf makineleriniz ölümsüzleştiremez. sokakların kendine ait dili vardır, karakteri vardır. bu, insanlarla yaşar ve bu yüzden ölmeye mahkumdur. burada doğup büyüdüyseniz önünüzden geçen çocuğun ne kullandığını söyleyebilirsiniz. bu hissi anlatamazsınız fakat anlayabilirsiniz.

biraz uzakta bir ağacın dibinde bir çocuk titriyor, ve üzerinden buhar çıkan, büyük ölçüde üst derisi soyulmuş elini doğramaya çalışıyor. haykırıyor. çevrede kim varsa kusmak istiyor o an. iç organları sanki birbirine dolanmış, penisinin kafasını bir fare kapanına kaptırmış gibi hissediyor herkes.

adaşım diyor çocuk, yere yatmış titreyerek elini tutan zavallıyı gösterip. adem. alışveriş merkezindeki katliamdan sevgilisyle birlikte kurtulmuş. ardından terk edilmiş. elini kim bilir ne sanıyor. kullandığı şey vücuttan asla atılmaz. lysergic acid diethylamide, yani lsd. gülümsüyor ardından, yüzünde bir haftalık sakal var, bilge biri izlenimi veriyor ya da en azından sağladığı karizmasıyla çocuğun kendini ilgiyle dinletebileceği kadar uzun. buradan görüp yadırgadıkların aslında sandığın kadar uzak ya da zor değil diyor. lsa, lsdnin doğada bulunan halidir, lysergic acid amide. yol kenarında gördüğün her boru çiçeğinden elde edersin. tamamen yasaldır ve kullanırsan ciddi kafa olursun, halüsinasyonlar görürsün. bu kadar basit.

eğer tohumlarını çiğneyerek kullanırsan kafa olur ve ardından ölürsün, ya da iyi ihtimal hayatında hiç kusmadığın kadar kusarsın. bu yüzden çayını demlemelisin. turuncu chlorpromazine. ağzına atar, kendine gelirsin. acidi nötrler.

haberlerde gördüğün yediği zehirli mantardan ölen insanlar, ölmeden önce tabaklarının dans ettiğini falan görmüşlerdir eminim.

bütün bunları nereden biliyorsun diye sordu kız.

gözünüze yanlış ya da uygunsuz görünen her şeyi yeniden değerlendirin. sadece alışık olmadığınızdandır.

belki de bilmiyorumdur dedi. her birini uyduruyorumdur. ben doğru düzgün işi gücü olmayan, son parasıyla sigarasını yakmış biriyim.

bu, paranın fazla olmasıyla ilgili bir hor görme durumundan çok, paranın önemsiz olmasıyla ilgili bir hor görme durumu.

kahkaha attılar, ikisinin de hoşuna gitmişti çocuğun söyledikleri, gözlerini birbirinin gözlerinden ayırmıyorlardı gülerken. biraz uzaklarda bir çocuk hala yerde başını kollarının arasına almış titriyordu.

kız kafasınını çocuğun göğsüne dayadı. o ikisinin isimlerini gayet iyi biliyorsunuz.

gökyüzü sanki dünyayı yutacakmış gibi hızla kendi içine katlanıyordu, insanları ezerek öldürecek kadar kasvet takınmıştı üstüne. oysa burası gittikçe dünyanın sıcak merkezi haline geliyordu. önlerindeki çocuk giderken sağ ayağıyla kaykayın arkasına bastı, diğer ayağıyla havaya kalkan ön tarafı yüz seksen derece sola çevirdi ve yüzünü döndüğü tarafı değiştirerek sürmeye devam etti. çocuğun dönüşü yaptığı yerde karıncalar arda arda dizilmiş yürürken, birbirlerinin üzerine çıkıyor fakat yine de izledikleri düz yolu kaybetmeden, dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi bir devinim sergiliyordu. üzerinde yürüdükleri taş döşemenin altında yabani tohumlar yeşillenmeye çalışıyor, şanslı olanlar birkaç günlüğüne de olsa yaşamak üzere döşemenin kenarından dışarı uzanıyordu. yeşillenmeye başlamış tohumların altında eski insanlara ait çürümüş yığınla şey vardı -ki zamanında çoğu sahiplerince değerli ve vazgeçilmez şeylerdi- ve onların da altında sahipler, o eski insanlar uzayda sadece tek bir nokta halinde kalmıştı. her biri güzel bir hayat kurmak ve geleceğe büyük şeyler bırakmak için uğraştılar, fakat onlardan bu dünyaya kalan toprağın altında belki bir kaç kemik parçası ve önyargılar oldu.

onlar zamanında bir çizgi çektiler ve dediler ki bu çizginin öbür tarafında kalanlar orospu çocuğudur, onlardan nefret edin. bunu onlar yaptılar. şimdi çizginin diğer tarafında kalan insanlardan nefret ediyoruz, yalnızca kendileri oldukları için, biz olmadıkları için, onlarla savaşıyoruz.

havva kafasını ademin omuzundan kaldırdı ve biradan son yudumunu aldı. dedi ki gidiyorum.

sonsuza kadar onu görmeye gelecekmiş gibi gülümsüyordu fakat tekrar gelip gelmeyeceğini kimse bilmiyor. bir telefonu bile yok, hesap vermeyi reddediyor.

ve öylece gitti. yarın gelip gelmeyeceğini gün gösterecekti.

gençlerin olduğu yer, kız uzaktan arkasını dönüp baktığında, ölümün ortasındaki mavi rengi gibi duruyordu. kopkoyu bir nazar boncuğu mavisi. bunu görmüyorsunuz fakat hissedebiliyorsunuz. iç huzurunu sağlamış sıcak bir merkez. tıpkı karıncalar gibi devamlı bir devinim halindeydiler. bir yere ait olmanın verdiği rahatlık hissi. gittiğin yerde asla yadırganmayacağını bilmek. bu ortamı kendini zengin, kültürlü, ya da herhangi bir alanda donanımlı olarak tanımlayan hiçbir insanla yakalayamazsınız. kaybedecek şeyi olan insan daha hep fazla kazanmak ister. bu yüzden diğerini ezmek zorundadır. burası kapitalizmin ortasında isyan bayrağını çekmiş bir avuç toprak. boykotu çoktan yemiş, kaybedecek şeyi olmayan çocukların yeri ve gelmek isteyen herkese şartsız açıktır.

çimenlerin arasında yatan çocuk kıpkırmızı, derisi soyulmuş elini serin toprağa bastırıyordu. kustu.

işte o bir şeye sahipti ve onu kaybetmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder